Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi kalplilerse; o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz. - Albert Einstein
Bağlılık saftır çünkü ödül arzusu ile hareket etmez; almaktan çok vermekle ilgilenir. Emici bir tutku değil aksine kader denizine ulaşıncaya kadar geniş bir akıntıya yol alan sudur.
İnsan zekayla ödüllendirilmiştir. O, kendi kendini bilen bir yaşamdır; kendisinin diğer insanların, geçmişinin ve gelecekte onu bekleyen olasılıkların farkındadır.
Bir de bedel ödensin istiyorsunuz, siz erdemliler! Erdem için ödül, yeryüzü için cennet ve bugününüz için sonsuzluk mu istiyorsunuz ? Ve ne bedel, ne de veznedar var diye öğrettiğim için mi öfkeleniyorsunuz bana şimdi de ?
Resmi payeleri hep reddettim. Legion d'Honneur'ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: Ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim halde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden , bu ödülü verenlerin konumundan dolayı , kabul edemem.
Eğer iyiliğin bir nedeni varsa, artık o iyilik değildir; eğer sonuçları yani ödülü varsa, yine iyilik değil demektir. Bundan ötürü iyilik, sebep ve sonuç zincirinin dışındadır.
İşine ruhunu katmadan sadece bedeniyle yapan insan köle gibidir, işine sadece bedeni ve beynini koyan profesyoneldir, işine ruhunu, bedenini ve kalbini koyan ise liderdir. Bu yüzden hayat en çok liderleri ödüllendirir.
Kader hem zamana [tarihe ve an'a] ve mekana [uzaya ve vucudumuza] yayılan; hem de bizzat bizim ruhumuza, nefsimize, zihnimize, gönlümüze, vicdanımıza, bilincimize yani varlıgımızı teşkil eden yoğunluk bölgesine odaklanan gerilimin adıydı. İyi ile kötü, günah ile sevap, helal ile haram, doğru ile yanlış, ümit ile korku, ödül ile ceza, Cennet ile Cehennem arasındaydık. İnanmak insanın en ince ve en keskin sınırda hareket etmesi demekti. Buna mukabil, teslimiyette, iradenin forsunu aşan bir imkan vardı ki bunu ancak terbiyeden sonra gelen olgunluk sayesinde kavrayabilirdik.
Ödül alırken de söyledim; Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir âlem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir. Onları elleyerek, birbirleriyle ilişkilerini hissederek, bazen uzaktan bakıp seyrederek, bazen parmaklarımızla ve kalemimizin ucuyla sanki onları okşayarak ve ağırlıklarını tartarak kelimeleri yerleştire yerleştire, yıllarca inatla, sabırla ve umutla yeni dünyalar kurarız. Türkçe'deki o güzel deyiş, iğneyle kuyu kazmak bana sanki yazarlar için söylenmiş gibi gelir.