35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken,bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür.Mustafa Kemal sağ olsaydı çok şaşırırdı.Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir.Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık.Bu sebeble anayasal bir davranışta bulunduk.
Yönetimin bir suçlu veya hırsız tarafından garanti altına alındığı bir cumhuriyette onurlu insanların öldürülmesi veya hapsedilmesi olağandır... Beni lanetleyin. Bunun hiçbir önemi olmayacak, çünkü tarih benim yanımda yer alacak.
Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. İnsan evrağa dönüşür. Evrağa verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrağın akışına girer. Bu varlık, şahsen çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca 'olay'dır. 'Konu' ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. En iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur.
Yaratıcının Yolu Üstüne Yalnızlığa çekilmek mi istersin kardeşim? Kendine varan yolu aramak mı istersin? Biraz dur da beni dinle. "Arayan, kolay yiter. Her türlü yalnızlık suçtur." Böyle der sürü. Ve sen sürüdendin uzun bir süre. Sürünün sesi daha sende çınlayacak. Ve sen desen: " Artık sizinle ortak.
Her yerimi ağılı sinekler sokmuş, hınzırlığın nice damlalarıyla bir taş gibi oyulmuş, öylece otururdum onların arasında. Hele kendilerine iyiler diyenlerin, en ağılı sinekler olduklarını gördüm: onlar tam bir suçsuzluk içinde sokarlar, tam bir suçsuzluk içinde yalan söylerler.
Savaşın çeşitli cilveleri arasında en şaşılacak olanı şudur: Başarıyı herkes kendinden bildiği halde, yenilmenin suçu yalnız komutanın sırtına yükletilir.
İnsanlar kendi durumlarıyla ilgili olarak her zaman koşulları suçlar. Ben koşullara inanmam. Bu dünyada yol alan kişiler, ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan ve bulamadıklarında yaratan insanlardır.
İnsanı helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah'a şirk koşmak, sihir, Allah'ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Sanıyorlar ki korkak ya da kahraman olarak dünyaya gelir insan; anasından nasıl doğmuşsa öyle kalır, hiç değişmez. neden böyle düşünüyorlar dersiniz? Neden olacak, işlerine gelmiyor da ondan: öyle ya korkak doğmuşsanız suç sizin mi? Bu durumda kim ne diyebilir size? Hiç kimse! onun için üzülmeyin yaşamanıza bakın. Öte yandan kahraman doğmuşsanız yine kimse suçlayamaz sizi, üstünüze toz konduramaz. İçiniz rahat etsin, ölünceye değin kahraman kalacaksınız. Kahraman gibi yiyecek, kahraman gibi içeceksiniz!
Dünyada şunu farketmek hiç de güç degil;insan başkalarının eksikliklerini gözünün önüne getiripte, bunları rahatça yermeye koyulunca,kendi suçlarıdan kendini kolayca arınmış hissediyor.
Herhalde delalet ve dinde mezhep ayrılığı konusunda bir şeyler eklemem yanlış olmaz. Bir Türk, bir hıristiyana göre dine karşı gelen (delalet eden) ya da mezhep ayrılığında bulunan birisi değildir ve olamaz da. Eğer herhangi bir insan hıristiyanlıktan islama geçerse, delalet etmiş ya da hizipçilik yapmış sayılmaz. Sadece mürtet ya da kafir olarak addedilebilir. Hiç kimse farklı dinlere mensup kimselerin dinlerini değiştirmemeleri halinde onları delaletle ve hizipçilikle suçlayamaz.
Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından,sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş birşeylerin olması gerekir.
Korkuların bulunduğu yerde, bildiğimiz toplumsal suçluluk duyguları vardır. eğer bu böyle olmasa, bütün bir toplumu, delilikle, ruh hastalığına tutulmuşlukla nitelemek gerekir.
Biz yetimler intikam iştiyakıyla doluyuzdur. Dehşeti dengelemeye yatkınızdır. Başkalarının öçlerini de almaya hevesleniriz. Yetimlik bize kanlı doğaçlamalar yapma cüreti verir. Suçlamakla ya da suç işlemekle kaybolmayan bir masumiyet imtiyazına sahibizdir.
İnsanlar size karşı suç işledikleri ve kötülük yaptıkları zaman, sizin onlara vereceğiniz yanıt, onların size yaptığından bin beter olabilir ve olmalıdır.
Eğer tüm dünya tembel olursa çok güzel bir dünyamız olurdu; savaşsız, atom bombaları olmayan, nükleer silahsız, suçsuz, hapissiz, yargıçsız, polissiz, başbakansız. İnsanlar o kadar tembel olurdu ki bu saçmalıklara ihtiyaç kalmazdı.
Biraz düşünün: Hiç tembel bir insan bu dünyada yanlış bir şey yaptı mı? Ve hala zavallı tembel insanlar ayıplanır.
Hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin acısından kaçımız kurtulacağız? Yalnızca bizim için çok önemli olan insanlardan değil, düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum. Bir gün, bir hafta, birkaç yıl daha dayanabiliriz, ama eninde sonunda yitirmeye yazgılıyız. Bedenimiz sağ kalır, ama ruhumuz er geç ölümcül darbeyi yer...
En kusursuz cinayet budur. Yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz.
Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyaların bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile... Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan.
Nerede eşcinsel ilişkiye girmenin ayıp olduğu kaanati varsa, bunun suçlusu kısmen yasaların kötülüğü, kısmen yöneticilerin despotluğu ve kısmen yönetilenlerin korkaklığıdır.
İnsanda mahrem alan 0,5 metre, kişisel 1,2, sosyal alan da 3 metredir. Şiddet suçu işleyenlerde kişisel olan dört kat daha geniştir, o yüzden onlara beş metreden fazla yaklaşmamalı, yoksa tecavüze uğramış hissederler kendilerini.
Nekrofili ve sübyancı sapıklar konusunda çok fazla güncel şarkı duyamazsınız. Biz şarkılarımızda bunlardan bahsediyoruz. İnsanların duygularını açığa çıkarıyoruz .Çünkü bir çok insan bu konulardan endişe duyuyor. Aynı zamanda ilgi çekici de geliyor. Şarkıları söylerken birinci ağızdan söylüyorum. Böylece daha etkili oluyor. Şarkıdaki sapık ben oluyorum. Zira bence üçüncü ağızdan yazıp diğerini suçlamak korkaklık olur.
Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur. Bu masum insanlar, Yahudi de olur, Arap da, Hıristiyan da. Ölenlerde ırk ve din ayırımı yapılmaz. Ölen insandır.
Sahip olmanın suçundan ve ekonomik rekabetin yükünden arınmış bir çocuk, yapılması gerekeni yapma iradesi ve bunu yaparken coşku duyma yeteneği ile büyüyecektir.Kalbi karartan gereksiz çalışmadır.Emziren annenin, eğiticinin, başarılı avcının, iyi aşçının, becerikli ustanın, gereken işi yapan ve yapan herkesin sevinci-bu kalıcı coşku belki de insan yakınlığının ve bir bütün olarak toplumsallığın en derin kaynağıdır.
Bende her insan gibi severim, ama onun anısına hürmeten şimdi buradayım. Geçmişte yaşanan o çok önemli olayda mücadele ederken hayatını kaybeden insanların anısına böyle bir kutlama yapmak istedim, ve böylece 5 Kasım gününün artık hiç hatırlanmadığını anladım. Bu yüzden oturup biraz sohbet etmemiz iyi olacak diye düşündüm. Elbette konuşmamı istemeyen kişilerde vardır, eminim şu anda telefonlarda emirler yağdırılıyor ve silahlı adamlar yola çıkmaya hazırlanıyordur. Neden? Çünkü konuşulmaya çalışılan yerde coklar söz alıncaya kadar sözler her zaman gücünü korumaya devam eder. Gerçeklerin ortaya konulduğu sözleri dinleyen herkes için büyük anlam taşıyan sözler ve gerçek şu ki bu ülkede yolunda gitmeyen bir şeyler var: Zulüm ve adaletsizlik, hoşgörüsüzlük ve baskılar... Özgürlüğünüz kısıtlanıyorsa, düşünme ve konuşma hakkınız yoksa, sensörler ve çipler her hareketinizi, her konuşmanızı izliyorsa, bazı işlerin yolunda gitmediğini söyleyebiliriz. Peki bu nasıl oldu, kimi suçlayalım, evet, elbette diğerlerinden daha fazla sorumlu olan birileri mutlaka var. Ama yinede aynaya baktığınızda suçluluk duyuyorsanız gerçeği öğrenmiş olursunuz. Neden yaptığınızı biliyorum, neden korktuğunuzu da... Kim korkmaz ki? Savaş, terör, hastalıklar, sağduyunuzu ve cesaretinizi kaybetmenize neden olacak çok değişik nedenler ortaya çıkmıştı. Korku içinizi sardı ve o panik haline Adam Sutler adındaki başkana sarıldınız. Size düzen ve barış vaadetti, karşılığında sessizlik ve emirlere itaat etmenizi istedi. Dün gece o sessizliğe bi son verdim, dün gece bu ülkeye unuttuğu bir şeyi hatırlatmak için adliye sarayını uçurdum. 400 yıl önce bu millet 5 Kasımı sonsuza dek unutmamak üzere hafızalarına kazımıştı. Dünyaya adaletin, korkusuzluğun ve özgürlüğün sadece söz olmadığını anlatacaktı, bakış açısı buydu. Eğer bir şey görmüyorsanız, bu devletin suçları sizin için bir bilinmezse ve karşı çıkmıyorsanız demek ki 5 Kasımın unutulmasına siz izin verdiniz. Ama sizde benim gördüğümü görüyorsanız, benim gibi hissediyorsanız, sizde benim gibi arıyorsanız, o zaman yanımda olmanızı istiyorum. Bir yıl sonra bu gece parlamentonun girişinde bulunun. birlikte olup onlara 5 Kasımın asla unutulmadığını, unutulmayacağını gösterelim.
iyi akşamlar londra..önce yayıyını kestiğim için özür dilemek isterim..pek çoğunuz gibi bende evimin güvenli ortamında günlük sıkıntılardan uzak televizyon başında keyif almaktan hoşlanan biriyim..bende her insan gibi severim ama onun anısına hürmeten şimdi burdayım.. geçmişte yaşanan o çok önemli olayda mücadele ederken hayatlarını kaybeden o insanların anısına böyle bir kutlama yapmak istedim.. ve böylece beş kasım gününün artık hiç hatırlanmadığını anladım.. bu yüzden oturup sohbet etmemiz iyi olacak diye düşündüm. elbette konuşmamı istemeyen kişiler de vardır.. eminin şu anda telefonlarda emirler yağdırılıyor ve silahlı adamlar yola çıkmaya hazırlanıyor.. neden? çünkü konuşulmaya çalışılan yerde çoklar söz alıncaya kadar sözler her zaman gücünü korumaya devam eder..gerçeklerin ortaya konulduğu sözleri dinleyen herkes için büyük anlam taşıyan sözler..ve gerçek şuki bu ülkede yolunda gitmeyen bir şeyler var...zulum ve adaletsizlik, hoşgörüsüzlük ve baskılar!! özgürlüğünüz kısıtlanıyorsa, düşünme ve konuşma hakkınız yoksa, sensörler ve chipler her hareketinizi her konuşmanızı izliyorsa orada işlerin yolunda gittiği söylenemez..peki bu nasıl oldu?? kimi suçlayalım?? evet elbette diğerlerinden daha fazla sorumlu olan birileri mutlaka var.. ama yinede aynaya baktığınızda suçluluk duyuyorsanız gerçeği öğrenmiş olursunuz.. neden yaptığınızı biliyorum..neden korktuğunuzu da..kim korkmaz ki!!! savaş, terör, hastalıklar sağduyunuzu ve cesaretinizi kaybetmenize neden olacak çok değişik nedenler ortaya çıkmıştı.. korku içinizi sardı ve o panik haliyle adam sathler adındaki o başkana sarıldınız!!! size düzen ve barış vadetti..karşılığında sessizlik ve emirlere itaat etmenizi istedi..dün gece o sessizliğe bir son verdim..dün gece bu ülkeye unuttuğu bir şeyi hatırlatmak için adliye sarayını uçurdum..400 yıl önce bu millet beş kasımı sonsuza dek unutmamak üzere hafızalarına kazımıştı...dünyaya adaletin, korkusuzluğun ve özgürlüğün sadece söz olmadığını anlatacaktı... bakış açısı buydu..eğer bir şey görmüyorsanız bu devletin suçları sizin için bir bilinmezse ve karşı çıkmıyorsanız demekki beş kasımın unutulmasına siz izin verdiniz..eğer sizde benim gördüğümü görüyorsanız, benim gibi hissediyorsanız sizde benim gibi arıyorsanız o zaman yanımda olmanızı istiyorum..bir yıl sonra bu gece parlamentonun girişinde bulunun.. birlikte olup onlara beş kasımın asla unutulmadığını, unutulmayacağını gösterelim.
Bey mütevazı ve alçak gönüllü olmalı, suçlu kimselerin de suçunu affetmelidir. Bey mağrur, kabadayı ve kibirli olmamalı; beyler büyüklük taslar ve kibirli olurlarsa, ey oğul onlar şüphesiz itibar görmezler.